29 Mayıs 2012 Salı

Zor Ama İmkansız Değil...


Elemelerde oldukça zorlu rakiplerle oynadılar. Ev sahibiydiler, Ankara'daydılar. Hedef büyüktü.
Olimpiyatlar. Başardılar. Başkentte Hırvatistan, Almanya, Rusya gibi ekipleri yenerek olimpiyat vizesi alan sultanların, oimpiyatlardaki rakipleri de belli oldu.

Oynadıkları her turnuvada muhakkak bir kıta şampiyonuyla eşleşme gibi ilginç bir istatistiği olan sultanları bu kez daha zorlu rakipler bekliyor. O takımlardan biri, son olimpiyat şampiyonu, 2010 dünya şampiyonasının finalisti ve gümüş madalya sahibi Brezilya. Bir diğer zorlu rakipse, yine son olimpiyatlarda, 2008 Pekin'de finalde Brezilya'nın rakibi olan ve gümüş madalyayı takan ABD. Grubun diğer ekipleri ise 2 olimpiyat altını bulunan Çin, Sırbistan ve Güney Kore.

Kadın voleybolunda Avrupa'nın en iyi, en güçlü 5 ekibinden biri olan filenin sultanlarına bu zorlu yolda, Türk halkının ve taraftarlarımızn vereceği destek çok önemli. Londra'da kendilerini kesinlikle yalnız hissetmemeliler. Başkent'teki eleme maçlarında Rusya'yı bile 3-1'le geçerek, istediklerinde ve gerçek desteği arkalarında hissettiklerinde neler yapabileceklerini açıkça gösterdiler. Yolunuz ve şansınız açık olsun kızlar.

Sultanların olimpiyatlardaki maç takvimini ilerleyen günlerde duyuracağız.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Cavendish Gabrovski?


Ürün bir bisikletçi için tasarlanmış ama arkasındaki fikir daha önemli. Adını ve başarılarını akıllara kazımak, unutturmamak. Alttaki küçük yazıda da kazandığı yarışlardan birinin adı yazıyor. Yani sizin ülkenizin ve organizasyonunuzun adı da geçecek orada.

Tişörtün önünde de gördüğünüz gibi; dünyaca ünlü bisikletçi Mark Cavendish adına yapılan ürün aklıma bir soru getirdi hemen. Tour of Turkey gibi; dünyanın en ilgiyle takip edilen 4 uluslar arası bisiklet turundan birine sahipken ve bu yıl ki yarışı bir Türk takımı olan Konya Torku Şeker Spor Vivelo'dan İvailo Gabrovski kazanmışken neden bizde de yapılmaz böyle şeyler?

Bu gibi şeyler insanların önce sporculara sonra da o sporcuların yaptığı spora ilgisini arttırır. Satış gelirini de her şekilde kullanabilirsiniz. İsterseniz doğruca kulübün kasasına girer; bir gelir kalemi oluşur o'nlar için. İsterseniz sporcuya bırakırsınız tasarruf hakkını. Nasıl isterse öyle kullanır. İsterseniz hayır işi için kullanırsınız.
Bisiklet kullanmaya hevesli, sporcu potansiyeli olan miniklere yada gençlere bisiklet alıp hediye edersiniz Vs...vs...vs

Kısacası, yapılsın böyle şeyler; bizde alıp keyifle giyelim.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Seneye Voleybol İle Daha Fazla İlgileneceğim


Evet benimde garibime gitsede, konumuz voleybol, bu sene ben ve çoğu Galatasaraylı, artık voleybol ile daha çok ilgilecek. Bu sene bayan voleybol takımına yapılan yatırımlar, alınanan oyuncular, getirilen antrenör ve en önemlisi Şampiyonlar ligi'ne katılmamız. Benim bu ilgimi oluşturan farktörlerdir. Erkek voleybolda da gelen oyuncular ve yeni bir yapılanma, oradaki sponsorlar bu işi dahada büyütme derdindeler. İnşallah seneye o çook eski ihtişamlı voleybol yıllarımıza döneceğiz. Gerçi Bayan takımımız için Şampiyonlar ligi başvurusu olacağını biliyordum. Ama büyük ihtimal kabul etmezler diye düşünüyordum. Yinede ciddi bir atılım olacaktı. En azından Türkiye ligi finali ve Avrupanın ikinci kupasını kazanma hedefinde bir takım kurulacaktı. Ama şampiyonlar ligi erken geldi. Galatasaray'ın voleybolda büyüme işi daha erken oldu. Eminim yenide bir sponsor bulanacak oraya, takımın genel Menajeri Orkun Darnel şuan İtalya'da, transfer görüşmeleri yapıyor. İlk isim Gioli oldu. Tam bir dünya yıldızı, uyum sorunuda olmayacaktır. Türk bir ortaoyuncusu da alındı. Beşiktaş'tan, Türk bir libero ve bir smaçör daha alınacak diye biliyorum. Ama isimler belli değil. Yalnız Fenerbahçe'den, Seda veya Eda olduğunu duydum o kadar. Vakıfbank TT'den de ilgilenilen oyuncular var. Ama oradaki isimler belli değil. Erkeklerde 2 transfer yapıldı. Biri Türk biri yabancı olmak üzere, Bu atlımları görüp kayıtsız kalınmaz. Zaten futbolda iyice bozuldu. Tamamen kendimi basketbola konsantre etmiştim ki artık benim için voleybolda var.

Galatasaray'ın Şampiyonlar ligine gitmesi olmaması gerektigi gibi olay oldu. Başvurusunu aynı anda yapan iki takımdan biri seçildi. Ama niyeyse herkes, Fenerbahçe alınmadı diye ya Galatasaray'ı suçluyor. Yada fedarasyonu, federasyonun yapacağı ne var. İki takımında başvurusunu, CEV'e göndermiş ve beklemiş. Sonucunda da Galatasaray'ı almışlar. Fenerbahçe'yi neden almadıklarını açıkalayan CEV, gayette mantıklı bir açıklama yapmış. Ama yok illa altında bir şey olması lazım. CEV'in tavrı çok net, "Bizim koyduğumuz kurallar var. Ona uymadı. Bende Wıld Card vermedim" diyor. Ha direk, ligdeki konumun iyi olması gereği gelselerdi. Ona bir şey yapmazdık. Lakin işi benim iznime bıraktılar bende almadım, otoritem sarsılmasın diye diyorlar. Medyanın prim yapma isteğiyle bu rekabeti voleybolda bile körüklemesi ve FB yönetiminin hatasını kapatma derdinde oldukları için bunlar oluyor. FB yönetimi doğal olarak, kadrosuna güvenmiş ve nede olsa direk gelirim diye, kurallara uymamış. E terslik oluncada, CEV'in eline düşmüş bir nevi, o da geçen senenin faturasını kesmiş. Bakıyorum bazıları Galatasaray'a sallamış, bazılarıda federasyona, yahu CEV, FB kurallara uymadı diye almadık diyor. Buradaki asıl suçlu FB yönetimi ona kızmanız gerekirken, kabak FB yönetimi dışında herkese patlıyor. Herkes suçlu bir tek FB yönetimi suçsuz, herşeyi doğru öyle mi ? Yahu yapmayın arkadaşlar, bu en basit tanımıyla "gülünç" sadece gülünç, aynı mantığı, şike sürecinde de yaptılar. Kimse demedi. Yahu bu tapeleri bii yazmadı sonuç olara, nedir bu tapeler demedi. Herneyse konumuz başka ama örnek verdim sadece, kısacası son Şampiyonlar ligi şampiyonu takımı durduk yere kimse turnuvadan men etmez.

Bu arada son olarak, birileri federasyon başkanına baskı yapıp, "Fenerbahçe'ye Wıld Card verilmedi. O zaman hiç bir takım bu haktan yararlanmasın" demesin. Bahane olarakta, tepki koyun federasyon olaak. Wıld Card'ı kullanmasın kimse sözde tavrımızı koyalım. Diyip Galatasaray'ın Şampiyonlar ligi hakkını kimse masabaşı oyunlarıyla almaya kalkmasın, yada bu çabalara giriyorlarsa, haktan,hukuktan kimse bahsetmesin ayıptır. Cev sana bir uygulama yaptırmış sen ben gidmedim, kimse gidemesin diye enerjini harcayacağına, bu durumu nasıl düzeltebilirim. Yada seneye nasıl aramızı düzelterize harcasın enerjisini, ayıptır.

Ayrıca, Galatasaray kimsenin hakkını yemez. Hakkına konmaz. CEV tarafından Galatasaray seçilmiştir. Olay bundan ibarettir.

Voleybol, Şampiyonlar ligi'nde Galatasaray'a ve tüm Türk takımlarına başarılar dilerim. İnşallah Fenerbahçe CEV ile arasını düzeltip, turnuvaya dahil olabilir.  

Arena Sadece Galatasaray'ındır...


Ne kinmiş arkadaş. Ne intikam hırsıymış. Pes. Açılış günü yaşananların intikamını illa ki alacaklar ya; bunun için Beşiktaş tehdidin kullanmaktan çekinmiyorlar. Daha çirkini, Beşiktaş'ın da buna ses çıkarmayıp bir güzel kullanması. İstemiyorlar çünkü Olimpiyat'ta oynamayı. Kasada para yok. Sıcak va mümkün mertebe çok fazla giriş lazım. Ama Olimpiyat'a gitmez taraftar. Maç başına en fazla 10 bin'e oynarsın. Arena öyle değil tabii. Uyanıklık bedava.

Son olarak Kadir Topbaş'ın, Aysal'ı ziyaretinde sarf ettiği “Stadı Beşiktaş'la paylaşın, biz de çevre yollarını tamamlayalım” ifadesi açıkça bir şantajdır ve kesinlikle kabul edilemez. İstemiyoruz kardeşim, o stadda 2. bir takım, hele de Beşiktaş'ı istemiyoruz.

Bu yüzden daha fazla sessiz kalamadık ve GSFans.org olarak yine bir mail kampanyası başlattık. Ayrıntılar için şöyle buyrun. Galatasaray'lıyım diyen, Arena Sadece Galatasaray'ındır diyen herkesin desteğini bekliyoruz.

20 Mayıs 2012 Pazar

Will...


Futbol üzerine yapılmış çok az iyi film var dünya sinematografisinde. Şöyle bir düşündüğümde ilk aklıma gelenler, sayısız kez izlediğim (ve her yayınlandığında kesinlikle izleyeceğim); başrollerinde Michael Cain, Sylvester Stallone gibi oyuncuların yanısıra; Pele, Ardiles, Bobby Moore, Mike Summerbee ve daha pek çok futbolcunun rol aldığı Zafere Kaçış. 2. dünya savaşında işgal kuvvetlerinin elinden kaçma planları yapan ve bunun için futbolu kullanan bir grup esir askerin hikayesi anlatılır bu filmde. Filmin en etkili bölümü de işgal kuvvetleri yani Nazi Almanyası ile esir askerlerden oluşan takımın yaptığı maçtır.



Bir diğer etkili film ise 3 filmlik bir seriden oluşan Goal. Şimdi bunlara; hikayesi İstanbul'da, Olimpiyat stadında son bulan bir film eklendi. Will. Aslında geçen yılın sonlarında vizyona girdi ama nedense tanıtım konusunda biraz zayıf kaldılar.

Dünya futbol tarihine geçen ve İstanbul'da oynanan Milan-Liverpool Şampiyonlar Ligi finalini anlatan Will, oldukça hüzünlü bir hikayeye sahip. 11 yaşındaki Will Brennan, babasıyla birlikte İstanbul'da oynanacak olan finale 2 bilet alır ve yolculuk hayli güzel başlar. Ancak baba Gareth'ın birdenbire hayatını kaybetmesiyle yıkılan Will, babasının hayalini gerçekleştirmek için yolculuğuna devam eder ve İstanbul'a ulaşır. Kazanılan kupa, bir anlamda babasına gönderdiği bir hediyedir. Futbolun basit bir oyun olmadığını anlatan bir başka başyapıt.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Gerçek "Yenilmez Armada"...


Önceki gün oynanan Galatasaray MP - Beşiktaş Milangaz play-off yarı final maçında çok özel misafirleri vardı Abdi İpekçi'nin. Galatasaray erkek basketbol takımına son şampiyonluklarını yaşatan efsane kadro oradaydı. Üzerlerinde "Galatasaray Ruhtur" yazılı tişörtlerle, o günleri yeniden yaşattılar salondaki binlere. Paul Dawkins hala o kadar bizden, hala o kadar genç ve fit'ti ki; "1 hafta idman yapsın yine oynar" diyenler vardı. O ruh o gece güç verdi Galatasaray'a. Son bölümünde sıkıntı yaşadığı maçı, "son topa kadar" felsefesini Galatasaray ruhuyla birleştirerek kazandı belki de Mahmuti'nin aslanları. Şimdi 2. maç zamanı. Bu akşam Galatasaray finale doğru sağlam bir adım atmak için çıkacak parkeye. Attıkları her şut sayı olsun.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

12 Mayıs Kadıköy Şampiyonluğu


  Evet tarih tamda böyle yazacak. 12 Mayıs 2012 saat 20:45 Galatasaray şampiyonluğunu Kadıköyde ilan ediyor. Ardından kupasını orada alıp, kutluyor. Tarih tamda böyle yazacak bu günü, Taraftarın hep bir apızla söylediği gibi, GERÇEKLERİ TARİH YAZAR, TARİHİDE GALATASARAY... Tarih bu günü yazacak.

  Bu lig'de şampiyonluğu tek hak eden takım Galatasaray'dı. Nitekimde öyle oldu. En iyi oynayan takım, en fazla mücadele eden takım, en fazla gol atıp, en az gol yiyen takım, tribünlere en fazla seyirci çeken takım ve daha nice "EN'ler" takımı oldu. Galatasaray, başarılarına bir yenisini, destanlarına bir destan daha ekledi. Kadıköyde, şampiyonluğunu kutladı. Ve orada bayrağını dalgalandırdı. Bu bütün takımımızın başarısıdır. Fatih Hoca'nın buradaki payı, bana göre Aslan payıdır. Ünal Aysa ve yönetiminin gelmesi, yeni bir yapılanma, 14 yeni oyuncu, boşlanan florya'nın toparlanması ve daha bir sürü şeyler. Bunlar kolay işler değil. Galatasaray 2, 3 seneye anca toparlanır diyip kıs kıs gülenler, Galatasaray'ın ihtişamını, krallığını unutan kişilerdi. Onlarda hatırlamış oldu. Eee hayatta bazı şeyleri uygulamalı, yaşayarak ögrenirsiniz. Galatasaray'lılar dışında da kimse inanmadı bu şampiyonluğa, onların hepsine gelsin bu kupa... 

  Biraz maça bakalım, olaylara bakalım. Maçda, Fenerbahçe daha baskılı oynadı. Yanlız net pozisyon anlamında bakarsak olaya, 1.5-1'dir. Galatasaray, Beşiktaşa yaptığı, o etkili savunmayı Fenebahçe karşısında uygulayarak, şampiyonluğu elde etti. Sonuç olarak "kimseye iyi oynadın diye puan vermiyorlar." Bu laf benim değil. Ama katılıyorum. Maç, 95 dakika oynandı. 95 dakika ve maç öncesi hiç bir şey yokdu. Taa ki Galatasaray şampiyon olana dek. Maç öncesi centilmenlik dersi verenler bir anda "holigan" oluverdi. Sahaya atlayanlar, alkışlayacağız diyip alkışlamayanlar, Stad ışıklarını kapatıp, sulama yapanlar, Fenerbahçesi şampiyon olmayınca üzülen, kupayı bile vermek içinden gelmeyen TFF başkanı, Dışarda bana göre, bazı diğer odakların Fenerbahçe taraftarınıda kullanarak ortalıkda olay çıkaranlar, evet bunların hepsi bizim "centilmenlerden" geldi. Bir defa herkes şunu kabul etmeli. Kupa kazanılan stad'da veya salonda, yani kısacası müsabakanın oynanadığı yerde alınır. Tıpkı, Fenerbahçe basketbol takımının Abdi İpekçi'de aldığı kupa gibi, tıpkı Galatasaray'on Kadıköy'de aldığı kupa gibi, bu sporun yazılı olan yada olmayan kuralıdır. Bunun akabinde, Galatasaray soyunam odasında alsın, yok efendim kupa burada alınmasın, adamlar dışarda olay çıkarmış mış falan filan bir sürü bir şeyler. Eee o zaman hayatımızı, olay çıkaranlara göre düzenleyelim. Olay çıkaranlar ne isterse onu yapalım, onlar yönlendirsin ve yönetsin bizi, hatta haber verelim "yahu olay çıkaranlar, bizim yarın şuyumuz var. Olay çıkarmayacaksanız. Yapıverlim" diye izin alalım. Nasıl Fenerbahçeli ve onları körükleyen arkadaşlar güzel fikir dimi ? !  Başbakan'ın taaa Rize'lerden, bu olaya mudehale etmesinin tek sebebide budur. Her olay çıkarana boyun eğip, bu konuda yol mu açalım demesidir. Spor'da şiddet yasasının gereği uygulanmalıdır. Tribüne efendi gibi maç izlemeye giden kimsede bu olaydan rahatsız olmaz. Tam tersine memnun olur. "ohh be rahat rahat, holigansız maç izleyebiliyorum, alilemle" der. Son olarak hepside gencecik çocuklar, birilerinin rantı için, "yalı çocuklarının" öfkesi için taşaron olmayın. Onlar yırtar siz yırtamazsınız.

Evet olaylar oldu bitti. Sonuç olarak Galatasaray şampiyon oldu. Hemde kadıköy'de, bu olay 50-100 sene sonrada hatırlanacak. Tabi Fenerbahçe yönetimi ve medyası bunu jeet hızıyla kapatmaya çalışıyor. Gündem degiştiriyor. Tıpkı, her Galatasary şampiyonluğunda, istifa edip gündem degiştiren Aziz Yıldırım gibi, tamamen kendi başarısızlıklarını ört, bas etmek için yapıyorlar. Aziz Yıldırım ve bu yönetimi döneminde tam 7 Şampiyonluk görmüşüz. Hala bunlara inana Fenerli arkadaşlar var. Fenerbahçe yönetimi, kötü geçen bir sezonun ardından Galatasaray şampiyonluğu görmenin, hemde Kadıköy'de büyük yaralarını, acısını sarma derdindeler. Doğal karşılıyorum. Yalnız bunu yiyen taraftarları anlamıyorum ama neyse, Fenerbahçe yönetimi, Galatasaray2ın tek amacı bizi tahrik etmekdi diyor. Yoo, Galatasaray hakkı olduğu kupayı, hakkı olduğu yerde almak istedi sadece, Olayların büyümesindeki tek sebep, kupanın 3 saat sonunda verilmesidir. Eğer, 15 dakikalık kupa töreni için sen, 3 saat beklersen, dışarısı zaten yay gibi gerğin, birde bu kadar beklemnin üstüne kopar o yay, nitekimde koptu. Neler oldu.

Son olarak şunları söyleyeceğim;
Fatih Terim'in de söylediği çıktı. "Galatasaray istediği sonucu, istediği yerede alacak güçdedir." Kulağınıza küpe olsun.
Birde fikrim var. Bence bizim stadın isminin başına, 12 Mayıs ekleyelim. "12 Mayıs Türk Telekom Arena" yok, yok, şaka yaptım. Ama ilham kaynağım, Fenerbahçeli bir yorumcudur.

Herkese Selamlar, Saygılar ve Sevgiler... 

14 Mayıs 2012 Pazartesi

O AN...



Hala şampiyonluğun, bir an bile kaybetmediğimiz inancımızın gerçekleşmesinin etkisindeyiz. Maçı, şampiyonluğu, Kadıköy'de maç bitimi sahada, soyunma odasında olanları, Florya'yı; Arena'da ki şampiyonluk kutlamasını yarın yazacağız. Ama şimdilik şu müthiş videoyu izleyip gelecek yazıya hazırlayın kendinizi. 2 Galatasaray'lı kardeşimiz stresten maçı izlemeyip, sonucu sokaklarda görecekleri şampiyonluk turuyla öğrenmeyi tercih etmişler ve maç sonlarına doğru olanları videoya kaydetmişler. Videonun Youtube sayfasında, yorumlar bölümünde videoyu çekip yükleyen arkadaşımızın bir cevabı var. Şöyle demiş;

"Güzel yorumlar için sağolun.Aslında bu videonun öncesi ve sonrası da var.Evden çıkarken, kızımla vedalaşırken çekmeye başladım. Kendi forumumuzda arkadaşlarla paylaşmak istedik ama acayip hızlı bir şekilde yayıldı. Arabada ağladığım yetmedi, ben bile her izleyişimde tekrardan ağlıyorum :)"

Galatasaray'lılığını böyle kalpten yaşayan, şampiyonluğu öğrendiği anda gözyaşlarına hakim olamayan gerçek taraftarlara sahip olmak büyük bir lütüf.

11 Mayıs 2012 Cuma

Le Kapppak...


TFF ve futbol idari birimleri uyuyadursun.
Uykusuz kapağı koymuş.
Çok iyi olmuş.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Llorente...


Kaybetmenin tüm acısını kalbinin en derinliklerinde hisseden, maç sonu gözyaşlarına hakim olamayan oyuncu candır. Takımı için her şeyini verir. Tıpkı Llorente gibi.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

John, Tommie ve Peter...


Az önce facebook'ta okudum bu hikayeyi. Spor tarihinin en dokunaklı ama bir o kadar da etkileyici hikayelerinden biri olduğunu söylesem abartmış olmam sanırım. Lafı çok uzatmadan hikayeyi paylaşmak istiyorum. Lütfen sonuna kadar okuyun.

FOTOĞRAFA BAKTIĞINIZDA EE NE VAR BUNDA ŞİMDİ DİYORSUNUZ? OKUYUN VE ANLAYIN!...
BAŞKALARININ DA OKUMASI VE ANLAMASI İÇİN PAYLAŞIN!

200 metrede altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı iki siyah atletin, Tommie Smith ve John Carlos’un siyah deri eldivenli yumrukları havada, başları önde posteri yıllarca hayal dünyamızı ve asıl oda duvarlarımızı süslemişti.
İtiraf ediyorum ki, Aynur Çağlı’nın o muhteşem haberini okuyana kadar aynı karede önde duran, gümüş madalyalı Avustralyalı beyaz atlete hiç dikkat etmemişim. Adı Peter Norman imiş. İşte bu atlet 2006 yılında öldü. Haberin ve konunun tekrar gündeme gelmesinin sebebi budur.

Gelelim hikayeye...

Mexico City’de 200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyah) atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış. Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman’ ın yanına gelerek sormuş:

- İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum.
- Peki ya Tanrı’ya?
- Bütün kalbimle...

Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:

- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!

İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam: Amerika’daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler. Ama nasıl?
Fikir Norman’dan geliyor. Bir çift siyah deri eldiven buluyorlar. Sağ tekini Tommie, sol tekini John eline geçiriyor. Fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıyorlar. Başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar. Önlerinde duran beyaz atlet Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne ‘İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi’nin kokartını iğneliyor. Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor ve eylem koyuluyor. Ve tabii (hatırlıyorum) dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını birinci sayfadan veriyor. Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor.

Eylem amacına ulaşmış, Amerika’daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir. Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman? Meslektaşım Aynur’un anlattığına göre, Norman’ın da hayatı kararmış.

Tommie Smith diyor ki:

“Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya’ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi.”

Avustralya Devleti Norman’ı ölene kadar affetmemiş ama Norman intikamını mezara götürmüş. 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıldır kırılamamış. Ölene kadar süren ‘eylem kardeşliği’. İki amerikalı ve bir Avustralyalı ‘lanetli’ atletin o gün başlayan ‘eylem kardeşliği’ ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler. Ta ki; 2006 yılında Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.

Ve şimdi, fotoğrafın sağına tekrar bakın

Melbourne’de yapılan cenaze töreni. ‘Onurlu beyaz atlet’ Peter Norman’ın tabutu, Tommie Smith (solda) ve John Carlos’un omuzlarında...

Turkey Wants Fair Play!



turkeyfairplayplatform.org adlı internet sitesi tarafından hazırlanan, "Türkiye Temiz Futbol İstiyor" ifadesiyle, futbolseverler ve temiz futbol isteyenler tarafından imzalanan beyaz bir topun UEFA'ya gönderiliş hikayesi. Topa imza atan insanların söylediklerine dikkat edin. Her biri konuya fazlasıyla hakim.